More

    Ural Dağları Eteklerinde Yolculuğa Çıkan 9 Rus Dağcının Sır Dolu Ölümü Dyatlov Geçidi Vakası 60 Yıldır Aydınlatılamıyor

    2 Şubat 1959 tarihinde, Rus dağcı on arkadaş, Ural dağlarının eteklerinde bulunan ve bölgenin yerli kabilesi Mansiler tarafından “Ölüm Dağı” olarak adlandırılan bölgede bir gecede gizemli bir şekilde ölmüşlerdir. Açıklanamayan yaralar içeren ve radyasyona maruz kalmış cesetleri, olayı daha da anlaşılmaz kılan konumlarda bulundu. Rus dağcılardan geriye, soğuktan kaskatı kesilmiş bedenleri, birinin koparılmış dili ve hiçbir darp izi olmamasına rağmen kırık kaburga kemikleri ve kafatası kırılmış bir dağcı kalmıştır. “Dyatlov Geçidi vakasının” gizemi, 60 yıldır pek çok komplo teorisine ilham kaynağı oldu. Olay yerine, ekibin lideri olan İgor Alekseyeviç Dyatlov’un anısına “Dyatlov Geçidi” adı verildi.

    1990 yılına kadar bilinmeyen bir vaka.

    60 yıl önce bir Cumartesi gecesi meydana gelen ve 9 genç dağcının anlaşılamayan ölümleri ile sonuçlanan hadise, Ural Dağlarının bir kösesinde unutulmaya bırakılmıştır. Ta ki 1990 senesinde Rusya’nın yeniden yapılanma dönemine kadar. Sır, 1990 yılında arşivden çıkarılmış ve araştırmalar başlamıştır. Ancak ölenlerin yakınları için, bırakın esrar perdesinin kalkmasını, o perde hiç aralanmamıştır bile.

    Ekibe hastalığı sebebiyle katılamayan Yury Yudin seneler sonra olayın incelendiği bir televizyon belgeselinde “eğer hayatım boyunca cevabı alınacak tek bir soru sorma şansım olsaydı; bu soru ‘o gece arkadaşlarıma ne oldu?’ olacaktır” demiştir.

    Yury Yudin ve Ural Politeknik Enstitüsü’nden 9 öğrenci, 28 Ocak 1959 günü, iki hafta sürecek bir gezi için Ural dağlarında yolculuğa başladılar.

    Yolculuk, kuzeyde bulunan ve son yerleşim yeri olan Vizhay’a kadar planlanmıştı. Ekibin başında oldukça tecrübeli bir dağcı olan Igor Dyatlov vardı. Heyetteki herkes daha önce de zorlu tecrübelere katılmış olan çetin insanlardı. Yudin daha seferin başında rahatsızlandı ve ekipten ayrılmak zorunda kaldı. Böylece ekip, 2’si kadın, 7’si erkek toplam 9 kişi olarak yoluna devam etti.

    Dağcılar 2 Şubat günü Otorten’i geçerek Holat Syahl tepesine ulaşmayı başardılar.

    Dyatlov Geçidi Vakası

    Ekipten kalan fotoğrafları ve günlükleri inceleyen müfettişlere göre, saat 5’te çadırlarını kurarak kamp yeri oluşturdular. Kayakçıların bu bölgeyi neden tercih ettikleri belli değil. Çünkü grup 1,5 km. ilerideki dağ eteğinde bulunan ormanlık bölgeye kamp kurmuş olsaydı, iklimin sert etkilerinden kendini koruyabilirdi. Böylesi bir noktayı seçmiş olmaları bir şeylerden endişe ettiklerini düşündürmektedir.

    Yudin’e göre bunun sebebi, Dyatlov’un orman içindeyken etraflarındaki orman örtüsü nedeniyle tepeyi gözden kaybetme korkusu olmalıydı.

    12 Şubat’tan birkaç gün sonra alarm çanları çalmaya başladı.

    Dağcıların geçiş güzergahları ve yolları arasındaki süreyi bilen Yuri Yudin, 9 kişilik ekibin 12 Şubatta Vizhai’ye geri dönmesi gerektiğini biliyordu. Yine de ortaya çıkan aksaklıklar nedeniyle grubun birkaç gün gecikmesini normal karşıladı. Fakat zaman geçip gruptan hala haber alınamayınca ordu ve helikopter desteğiyle arama kurtarma çalışmaları başlatıldı. Sonunda kamp alanı bulundu.

    Fakat kamp alanında dağcılar yoktu, olay yerinde sadece parçalanmış bir çadır ve dağcıların eşyaları vardı. Bunun üzerine çadırın etrafında inceleme yapılmasına karar verildi. İncelemelerde dağcıların ayak izleri tespit edildi ve izleri sürülmeye başlandı. Araştırma derinleştikçe araştırmacılarının ve bölge sakinlerinin kanını donduracak detaylar gün yüzüne çıkıyordu.

    Cesetlere ulaşılıyor…

    Araştırmalar ilerledikçe gruplar halindeki gençlerin cansız bedenlerine ulaşıldı. Çadırın etrafında yapılan araştırmadan anlaşıldı ki dağcılar çadırı içerden yırtmıştı ve gecenin karanlığında kimisi ayakkabı kimisi ise çorapla karın üzerinde koşmuşlardı. Kurtarma ekipleri umutsuzca artık dağcıların cesetlerini bulmak ümidiyle ormanlık alana yönelmişlerdi.

    Kamptan 500 metre ileride sedir ağacının dibinde dağcılardan Yuri Krivonişenko ve Yuri Doroşenko’nun cansız bedenlerine ulaştılar. İkili sedir ağacının dallarını toplayarak ateş yakmış ve ısınmaya çalışmışlardı. Dağcıların üzerlerindeki elbiseler alınmıştı. Daha sonra anlaşıldı ki sağ kalan dağcılar arkadaşlarına ulaştıklarında ölmüş olduklarını görerek onların giysilerini giymişlerdi.

    Ekibin çadırı paramparçaydı…

    Dyatlov Geçidi Vakası

    Yapılan teknik incelemede çadırın içeriden yırtıldığı ve civarında karın altında kalmış olan 7-8 kişiye ayak izlerinin olduğu anlaşıldı. Ayak izlerinin hiçbirinde ayakkabı veya çorap giyildiğine dair belirti yoktu. Bu ayak izleri yalın ayaklı birilerine aitti. Hem de gecenin o dondurucu soğuğunda.

    Çadırdaki gençleri, gecenin bir yarısı -30 derece soğukta, yalın ayak ve bir daha hiç kullanmamak üzere çadırlarını yırttırarak dışarı kaçmaya nasıl bir kuvvet zorlamıştı?

    Araştırmayı yürüten dedektiflere göre bu ayak izleri gruptakilere aitti ve hiçbir yabancı ayak izi tespit edilemedi. Kampta 9 dağcıdan başka kimse yoktu, civarda da… Ayak izleri, dağın eteğindeki ormana doğru gidiyor ancak 500 metre sonra aniden yok oluyordu. Sharavin, ilk iki cesedi ormanın sınırında bir çam ağacının altında buldu.

    Cesetler ekipteki 24 yaşındaki Georgy Krivonischenko ve 21 yaşlarındaki Yury Doroshenko’ya aittiler. Ve her ikisi de ayakları çıplak ve üzerleri elbisesizdi. Sadece iç çamaşırı giymişlerdi. Yanlarında yakılarak kömürleşmiş ağaç parçaları vardı. Çamın dalları ağacın 5 metre kadar üst kısımdan koparılmıştı. Demek ki, adamlar olaydan sonra ağacın tepesine çıkarak etrafa veya bir şeylere bakmışlardı. Bir kısım dal kırıkları kar üzerinde dağınık olarak bulundu.

    Adli tıp incelemesi.

    Dyatlov, 22 yaşındaki Zina Kolmogorova ve 23 yaşındaki Rüstem Slobodin’e ait sonraki üç ceset, ağaç ile kamp arasındaki sahada 150 metre ara ile bulundu. Cesetler arasındaki mesafeden onları kampa dönmeye çalışırlarken öldükleri sonucuna varıldı. Uzmanlar hemen adli incelemeye giriştiler. Cesetler üzerinde yapılan otopsi işlemlerinde net bir sonuca ulaşılamadı. Adli tıp uzmanları, beş cesedin hipotermi sebebiyle öldüğünü açıkladılar. Slobodin’i kafasında fraktür tespit edildi ancak bu kırığın ölümcül olmadığı anlaşıldı. Olay mahallinde kalarak 2 ay boyunca araştırmalarını sürdüren araştırma ekibi, çamlıklardan 75 metre uzakta kara gömülü dört cesedi daha ortaya çıkardı.

    Nicolas Thibeaux-Brignollel (24), Ludmila Dubinina (21), Alexander Zolotaryov (37) ve Alexander Kolevatov’un (25) bulunan cesetlerinden anlaşıldığı kadarıyla, travmatik şekilde ölmüşlerdi. Thibeaux-Brignollel’ın kafatası kırılmış, Dubinina ve Zolotarev’in kaburga kemiklerinde kırıklar bulunmuş ve gene Dubinina’nın dili yerinden sökülmüştü.

    Cesetlerde yaralanma belirtileri yoktu.

    Bütün bunlara rağmen cesetlerin travmaya uğrayan kısımlarının dış yüzeylerinde yani cesetlerin üzerlerinde yaralanma belirtileri yoktu. Yani kırık kemikleri etrafını saran adale-et ve deri üzerinde yaralara rastlanılmadı. Cesetlerdeki tahribat, araba çarpmasına benzetilmesine rağmen, yara izleri oluşmaması, hadisenin esrarengizliğini iyice arttırdı.

    Gizem iyice büyüyor…

    Son dört ceset, diğerlerinden daha kötü giyimliydi. Anlaşılan sonraki, ilk kim öldüyse onun kıyafetlerini üzerine geçirmişti. Zolotaryov, Dubinina’nın kürklü montunu ve şapkasını giymişti. Dubinina’nın ayağında ise Krivonishenko’nun yün pantolonu vardı. Elbiseler üzerinde yapılan incelemelerde ise, yüksek oranda radyasyona rastlanılmış olması başlı başına bir muamma idi.

    Olaydan birkaç ay geçtikten sonra Rus yetkililer itham edecekleri kimseye ulaşamadıklarını, vakanın çözümsüz kaldığını açıkladılar. Böylece dosya gizli bir arşive gönderilerek unutulmaya terk edildi.

    Otoriteler ve araştırmacılar olayı halktan saklama gayreti içinde…

    Yıllar sonra sırrı çözmeye çalışan Yekaterinburg-Dyatlov Olayını Araştırma Derneği Başkanı Yury Kuntsevich “olayın olduğu sene 12 yaşında olmasına rağmen, otoritelerin ve araştırmacıların olayı halktan saklama gayreti içinde olduklarını” hatırlamaktaydı. Savcılık önce Mansi yerlilerinin bu cinayetleri işledikleri iddiasını araştırdı. Güya kendi yurtlarına geçiş yolu açan kaşifleri birilerinin cezalandırdığı düşünüldü. Oysa ne Otorten ve ne de Holat-Syahl yöre halkınca kutsal veya özelliği olan yerler değildi. Keza olay mahallinde de 9 kayakçıdan başkaları olduğuna dair hiçbir iz ve belirti yoktu. Otorten Dağı, Mansi dilinde “Ölüm Dağı” anlamına geliyordu. Hepsi o.

    Patlama dalgası?

    Dyatlov Geçidi vakası hakkında üç kitap yazmış olan Oleg Arkipov, ilk savcının çok gayretli ve gizemi çözmek ister gibi gözüktüğünü, o dönemde adli tıp uzmanlarına danıştığını ve yaraların “bir patlama dalgası” sonucu oluşmuş gibi gözüktüğünün söylendiğini aktarıyor. Fakat İvanov’un bir anda dosyaya ilgisini kaybetmeye başladığını ve üstlerinden gelen baskıyla soruşturmayı kapattığını belirtiyor: “Reddetseydi Sibirya’daki İvdel bölgesine gönderilirdi. Fakat savcı olarak değil, tutuklu olarak, çalışma kampına… O günlerde Parti’ye karşı çıkmak kariyerinizin sonunu getirirdi. “Maalesef ülkemizin gerçekliği buydu.” diye ekliyor.

    “Başa çıkılamayan bir doğa gücü”

    Oleg “Ölümleri açıklamanın en iyi yolunu düşündüler ve ‘başa çıkılamayan bir doğa gücünü’ sorumlu tutmaya karar verdiler. Tabii ki herkes bunun ne anlama gelebileceğine dair farklı düşüncelere sahip. Bir fırtına da olabilir, tornado da başka bir şey de” diyor.

    Ekibin çektiği son fotoğraf

    İvanov’un ölümünün ardından Oleg, onun kişisel arşivine erişim izni aldı ve otopsiler hakkında bazı merak uyandırıcı detaylara ulaştı. Bunların arasında, bazı öğrencilerin kıyafetlerinde radyasyona rastlanması da vardı. Öğrencilerin cesetleri İvdel kentinde kurulan derme çatma morgda incelenmişti. Morgun etrafında polis yerine dönemin gizli servisi Devlet Güvenlik Komitesi’nin (KGB) görevlileri önlem almış, içeri kimsenin girmesine izin vermemişti.

    Oleg sıra dışı bir olaydan daha bahsediyor: Otopsilerden önce morga bir varil dolusu alkol götürülmüştü. Bunun, radyasyona karşı ilkel bir korunma yöntemi olduğunu düşünüyor.

    Peki bölgede yeni silahlar denenmiş ve bir radyasyon sızıntısı yaşanmışsa neden sadece bu dokuz öğrenci etkilendi de bütün bölgede radyasyon tespit edilmedi?

    Oleg bölgenin çok büyük olduğunu, ücra yerlerde radyasyonu fark edecek kimse olmayacağını belirtiyor. Ayrıca öğrencilerin öldüğü dönemde çok sayıda hayvan ve kuş da ölü bulunmuştu. Bölgede yaşayanların su kuyularından su içmeleri ansızın yasaklanmış, başka bölgelerden su getirilerek halkın su ihtiyacı karşılanmıştı. Mansi korucu Valeri, rengeyiği çobanlarının bölgeye girişinin de aynı dönemde yasaklandığını ve bölgede dört yıl boyunca avlanmaya izin verilmediğini belirtiyor.

    Oleg’in şüphesini artıran bir şey daha var: Otopsi raporlarında ilk beş cesedin iç organlarından parçaların kimyasal analize gönderildiği yazıyordu. Bu organların teslim edildiği ve buzdolabına konulduğunu gösteren bir belgeyi ortaya çıkardı. Fakat kimyasal analiz sonuçları çıkar çıkmaz laboratuvara gelen bazı insanlar organları ve belgeleri götürdü.

    Oleg “Sorunun gökten indiği ihtimalini reddetmiyorum” diyor ve ekliyor: “Yani bir patlama olmuştu. Belki de askeri bir roket. Peki bu gençler neden çadırlarını içerden kesecek kadar bir aceleyle dışarı çıkmaya çalıştılar? Belki de nefes alamadıklarındandı, olabilir mi?” Belki de zehirli roket yakıtından etkilenmişlerdi. Alçak uçuş yapan bir jetin veya ilginç, tornado benzeri bir rüzgarın öğrencileri korkutup yarı çıplak kaçışmalarına yol açtığına dair varsayımlar da var.

    Şubat 2019’da Rusya Başsavcılığı dosyanın tekrardan açılacağını duyurdu.

    Başsavcılık Sözcüsü Aleksandr Kurennoy yalnızca üç olası ölüm senaryosunun inceleneceğini, bunların tümünün sıra dışı hava olaylarıyla ilişkili olduğunu söyledi: “Cinayet senaryosunu ciddiye almıyoruz. Tek bir kanıt bile yok. Ya çığ ya sert bir kar kütlesinin düşmesi ya da bir fırtına olabilir.”

    Ancak insanlar savcılığın açıklamasını ikna edici bulmuyor: “Çadırları olduğu gibi dururken nasıl üstlerinden çığ geçmiş olabilir? Ya fırtınaya ne demeli? Evet bir fırtına yaşanmış olabilir ama fırtınada hayatta kalmak mümkündür. “Üstlerine bir kar kütlesi düştüğü senaryosu ise bedenlerindeki yaraları açıklamıyor. Ve ayrıca bu sıra dışı hava olayları nedeniyle sorun yaşanan sıradan bir olaysa neden devletin en üst kesimlerine kadar herkes olaya dahil oldu? Bütün bunlar orada sıra dışı bir şeylerin yaşandığını gösteriyor.

    Peki gerçekten de öyle mi? Belki de en basit olasılık görmezden geliniyor.

    Bazıları, Lyuda’nın dilinin ve gözlerinin olmamasını vahşi hayvanlara bağlıyor. Zira cesetler neredeyse dört ay boyunca bulunamamıştı. Bazı kimselere göre bu gençler bir deney nedeniyle ölseydi ordu sivillerin, öğrencilerin arkadaşlarının aramaya katılmasına asla izin vermezdi. Birinin onları öldürüp cesetlerini dağa atması ihtimali de kulağa pek gerçekçi gelmiyor. İnsanlar eğer öyle olsaydı, bu operasyona katılan askerlerden elbet birinin sarhoşken veya ölmeden önce ailesinden birilerine bunu anlatmış olacağına inanıyor.

    Kaynak: 1,2,3

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Must Read

    İnsan Yiyen Dev Pitonlar

    0
    İnsan Yiyen Dev Pitonlar Mart 2017'de, Endonezya'nın tropik adası Sulawesi'de bir piton yılanının karnında bir erkek cesedi bulunur. Biyolog Rob Nelson bu saldırının nasıl...